14 Şubatta, sevgili ile ya da yalnız başına “Ne izlesem” diye düşünenleri buradan duyar gibiyiz. Sizin için dolu dolu iki liste yapmaya karar verdik. Klişe aşk filmlerinden, yönetmen & festival filmlerine, gerilimden, komedi ya da drama, aklınıza gelebilecek bir çok türe hakim olan romantik filmleri siz sevgili okuyucular için listeledik. Kocaman bir yelpazeye sahip olan romantik filmlerden bizim favorilerimiz bunlar. Keyifle ve bol duyguyla izlemenizi diliyor ve şimdiden sevgililer gününüzü kutluyoruz. İyi seyirler!
1. Casablanca – Kazablanka (1942)

2. Dünya Savaşı sırasında Fas’ın Kazablanka kenti, Hitler’den kaçan Avrupa’lılarla rengarenk bir görünüm kazanmıştır. Rick Blaine, şehrin en popüler barını işletmektedir. Bir örgütün lideri olan Victor Laszlo’nun, Alman konsantrasyonu kampından kaçarak Kazablanka’ya gelmesinin amacı önce Lizbon’a oradan da ABD’ye iltica etmektir. Fakat bütün umutları şans eseri Kazablanka’nın en meşhur gece kulübünün sahibi olan Rick’e bağlamıştır. Rick kaçış için gerekli olan pasaportlara sahiptir. Öte yandan Rick’in Victor’un yakalanması ya da öldürülmesi için gerekli bir nedeni vardır. Victor’un karısı Ilsa Lund, Rick’in bir zamanlar kendisini terk ettiğine inandığı ve kalbinin derinliklerine gömdüğü büyük aşkıdır.
Sinema tarihinin klasikleşmiş çalışmalarından biri olan Kazablanka, hem unutulmaz bir aşk filmi klasiği olarak hem de Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın muhteşem oyunculukları ile beyinlere kazınmış bir yapım. Klişe aşk filmlerinin henüz ortaya çıkmadığı bir dönemin, başarılı bir kült filmi. Siyah beyaz film tutkunlarını da memnun edebileceğimiz bir seçenek olarak bu başyapıtı da buraya bırakıyoruz. Son olarak filmin unutulmaz bir repliği ile bitirelim: “Tekrar çal, Sam.”
2. Jeux D’enfants – Cesaretin Var Mı Aşka (2003)

Sophie’nin Polonya kökenli olması nedeni ile sınıftaki ırkçı çocuklar tarafından taciz edilmesi ve Julien’in kanser olan annesi ve sorunlu babası ile yaşadığı sıkıntılar, her ikisini birbirlerine daha da fazla yakınlaştırır. Bu yakınlık oynadıkları cesaret oyunu sayesinde günden güne güçlenir. Oyun icabı her biri sırasıyla, diğerine cesaret gerektiren; sınava sütyenle gitmek, okulun en sert çocuğunu tokatlamak gibi, zorlu görevler verir. Zamanla hayatın zorlukları da bu oyunun bir parçası olur. Bu oyun iki arkadaş arasında büyük bir aşkı alevlendirirken aynı şekilde birbirlerine kavuşmalarına da engel olmaktadır.
Yine herkesin bildiği, izlemese bile mutlaka replikleriyle karşılaştığı filmlerden birisi listede. Bazılarınızın sorunlu ve saplantılı, bazılarınızın ise tutkulu olarak adlandırabileceği bir yapım. Alıştığımız aşk filmlerine göre farklı, klişe bir hikaye izlemiyoruz. Kısacası, aşk filmlerinin çok dışında ama bir o kadar da aşkla ilgili. Henüz izlemediyseniz şans verilir.
3. Isn’t It Romantic – Romantik Değil Mi (2019)

New York’lu mimar Natalie çocukluğunda romantik komedi filmlerini sevse de artık acı gerçekle yüzleşmiştir; romantik komediler sahte ve gerçeklikten uzaktır. Artık yetişkinliğe erişmiş olan Natalie’nin tek hedefi şehrin bir sonraki gökdelenlerine imzasını atabilmektir. İşinde yükselmek isteyen genç kadın ne kadar çabalasa da şehri güzelleştirecek binalar tasarlamak yerine, ofisin getir götür işleriyle meşgul edilir. Ancak bu da yetmezmiş gibi günün birinde bir soyguncuyla karşı karşıya gelir ve bilincini kaybeder. Uyandığında ise hayatı en büyük kabusuna dönüşmüştür; bir romantik komedi filmine… Romantik komedi filmlerinin klişelerini birbiri ardına yaşayan genç kadın, kendini bir anda anlamlandıramadığı bir dünyada bulur. Bir film sahnesine dönüşen bu hayatında filmin sonu mutlu olacak mıdır?
Tüm eleştirilere rağmen kesinlikle şans vermenizi istediğimiz, listedeki diğer filmlerin içinde klişe olarak gördüğünüz her şeyle dalga geçen, sizi eğlendirecek bir komedi filmi. Romantizme ve aşka olan inancı kalmayan Natalieye içine düştüğü durum etki edebilecek mi? Yoksa ask o hep filmlerde gördüğümüz sahnelerden mi ibaret? 🙂
4. Before Sunrise – Gün Doğmadan (1995)

Avrupa’da bir tren yolculuğu sırasında tesadüf eseri tanışan iki genç… Jesse ve Celine, Viyana’da trenden inerek ertesi gün sabaha kadar şehri dolaşıp birlikte vakit geçirmeye karar verirler. Viyana sokaklarında durmaksızın dolaşıp kafelerinde bir şeyler içmek için konaklayan ikili, birbirlerine her an daha da yakınlaşırlar. Ama her ikisi de, bunun birlikte geçirecekleri ilk ve tek gece olduğunu bilmektedir.
Jesse ve Celine’nin birbirlerine bakışları, gülüşleri, birbirleri ile ettikleri sohbetler… Aslında sadece bir günü değil, çok fazla şeyi paylaşan bu ikiliyi izlerken gerçekten içiniz ısınacak. Filme ait her detay çok güzel, oyuncular çok tatlı ve birbirine çok yakışıyor… İki kişiyle mükemmel bir film çekilebileceğinin kanıtı bir yapım. İkilinin zaman geçirdikleri yerleri daha sonra onlar olmadan görmek de çok etkileyiciydi. Şimdiye kadar izlemediyseniz kesinlikle daha fazla geç kalmayın.
5. Amour – Aşk (2012)

Georges ve Anne, 80’lerinde, emekli ve eğitimli iki müzik öğretmenidir. Bir gün Anne bir kriz geçirir ve felç olur. Anne’in felç geçirmesinin ardından çift bu durumla başa çıkmaya çalışır. Onca yıldır devam eden evlilikleri yeniden bağlılık testinden geçecektir.
Listedeki tartışmasız en büyük başyapıt diyebiliriz. Yüce Haneke’nin elinden çıkmış henüz kötü bir film ile karşılaşmadık, muhtemelen de karşılaşmayacağız. Avusturyalı yönetmen Michael Haneke’ye üç yıl içinde ikinci Altın Palmiye ödülünü getiren ve Avusturya’nın 2013 Yabancı Film Oscar adayı olan Amour, yaşlı bir çiftin tanımları zorlayan aşklarını anlatıyor. Jean-Louis Trintignant, Emmanuelle Riva ve Isabelle Huppert’ın mükemmel oyunculuklarıyla sizi sarmalayacak bu başyapıtın etkisini uzun süre üzerinizden atamayacaksınız. Tüm hücreleri ile romantik dram. İZLEYİN, İZLETTİRİN.
6. Breakfast At Tiffany’s – Tiffany’de Kahvaltı (1961)

Amerikalı yazar Capote’nin en meşhur kitabından Blake Edwards’ın sinemaya uyarladığı “Tiffany’de Kahvaltı”da Audrey Hepburn’ü, zengin erkeklere para karşılığı eskortluk yapan Holly Golighty rolünde izliyoruz.
Özgür ruhlu bir tatlı kaçık olan genç kadın, 60’ların New York’unda şehrin en zengin erkeklerini kendine aşık eder ve hiç bitmeyecek bir partinin deyim yerindeyse tam ortasında dururken, ara sıra su yüzüne çıkan hüznü içinden durmadan taşıyor.
Hüzünlü biten gecelerin sabahında şehrin gözalıcı mücevher dükkanı Tiffany vitrini önünde kahvaltı eden Holly, yine böyle bir sabahın devamında yeni komşusu Paul Varjak (George Peppard) ile tanışıyor ve aralarında platonik bir aşk başlıyor.
Holly, her hafta ünlü bir mafya babasını bir hapishane olan Sing Sing’de ziyaret edip farkında olmadan şifreli mesajları taşıyorken, Paul de zengin ve yaşlı bir kadının sponsorluğunda rahat bir yaşam sürüyor. İkilinin birbirleriyle yaptıkları “pencere ziyaretleri”, aynı binada yaşayan Çinli ile yaşanan bitmeyen “gag”lar, filmin unutulmaz müzikleri ve Hepburn’ün tiril tiril eşsiz zerafeti filmin soslarından sadece birkaçı.
Eğlenceli, asla eskimeyen kült film. Bu eskimeyen aşk filmi, iste için olmazsa olmazdı. O kadar sene geçmesine rağmen nesiller boyunca insanların idolü olan Audrey’i izlemek o kadar keyifli ve estetik ki. Nostaljik bir seçenek arıyorsanız, hatta aramıyorsanız bile; İZLEYİN!
7. Été 85 – 85 Yazı (2020)

1985 yazında Alex, Normandiya açıklarında alabora olmuşken David kahramanca onu kurtarır. Hayatlarının en deli dolu zamanlarında tanışan bu iki genç, birbirlerinin en iyi dostu olur. Alex, hayallerindeki arkadaşı bulmuştur fakat bu dostluk, beraberinde ona karmaşık duygular getirir.
Film için seçilen oyuncular ancak bu kadar film ile uyumlu olabilirdi diyerek başlamak gerek; David ve Alex’i izlerken, aralarındaki tansiyon mu elektrik mi artık ne derseniz, gerçekten insanın karnında kelebekler uçuracak cinstendi. En etkileyici olan anlar daha birbirlerine dokunmadan, sadece bakışarak yaşadıkları anlardı. Sürprizli bir film, daha fazla konuşmaya gerek yok. Kendiniz bu filme tanık olmalısınız, duygusal olarak da görsel olarak da sizi doyuracak.
8. Hwal – Yay (2005)

Okyanusun ortasında bir tekne. Teknenin içinde yaşlı bir adam ve genç bir kız. Kız için dünya; tekne ve gözü alabildiğince su, yaşlı adam içinse genç kız.
Yaşlı adam, genç kızla evlenebilmek için onun 17’sini doldurması için gün sayıyordur. Günler yavaş ilerlerken balık tutmak için tekneye gelenler de kıza tacizde bulunurlar. Fakat bir gün, tekneye gelenlerden biri kızda başka duygular uyandırır. Yaşlı adam kızı diğerlerinden koruduğu gibi, o gençten de artık yayı ve oklarıyla koruyamaz. O çocuk denizlerin ötesinin de anahtarıdır.
Çağdaş sinemanın sınırlarını zorlayan Kore sinemasının en sıkı yönetmeninden, yine demir leblebi lezzetinde bir film. Kim Ki-Duk, bir kez daha az diyalog ve az karakter ile bizi ahlak, sevgi ve bağlılık gibi konular üzerine düşünmeye iterken; finaliyle de bağlılığın mistik boyutuyla seyirciyi şaşırtıyor. Yönetmenin anlatmak istediği şeyi anlatmak için diyaloğa gerek duymaması gerçekten takdir edilesi. Listede kendisinin iki filmine yer verdik, kesinlikle izlemeniz gerektiğini düşünüyoruz. Diyalog kurmayan iki insanı anlayacak ve görselliğe doyacaksınız.
9. Little Manhattan – Küçük Manhattan (2005)

Küçük Manhattan küçüklerin ve büyüklerin merakla izleyeceği bir komedi tufanı. Coşkusuyla bilinen Manhattan’da, iki genç arkadaş tüm zamanların en büyük macerasına atılmaya karar verirler. Gabe ve Rosemary neredeyse tüm hayatları boyunca birbirlerini tanıyorlardır, ama karate sınıfında karşı karşıya geldiklerinde ise, birbirlerini yeni bir hayatın içerisinde görürler.
Büyüyle doldurulmuş, harikulade, çıldırtan ilk aşk macerası hakkında, cana yakın, komik bir aile filmi. Eğer sevgililer gününde güzel bir film izleriz diye planladıysanız bu film tam da o şartlara uygun, pişman olmayacağınız filmler arasında. Film ilk aşk temasını size eğlenceli bir biçimde anlatıyor. Romantik komedi sevenler için bir çocuğun bakış açısından “aşkı” izlemek istiyorsanız bu film sizin için güzel bir alternatif olacak.
10. Bin-Jip – Boş Ev (2004)

Genç ve gizemli bir adam hayatını tatildeki insanların boş evlerine girerek geçirmektedir. Başkasına ait evlere, yaşamlara girip çıkan bu tuhaf yabancı, tanımadığı insanların yataklarında yatıp, onların dolaplarından karnını doyurur, bunun karşılığında evlerindeki bozuk aletleri tamir eder, çamaşırlarını yıkar. İçine girdiği evleri, sahipleri dönmeden terkeden gizemli genç, günün birinde girdiği evlerden birisinin boş olmadığını fark eder. Kocası tarafından şiddete maruz bırakılan eski bir modelin evine giren genç adam bir süre, kadının varlığını farketmez. Genç adam ve kadın birbirlerinin farkına vardıklarında kelimelerin gereksiz olduğu bir yolculuğa çıkarlar.
Namıdiğer 3-Iron. Sinemanın görsel gücünü kullanmayı büyük bir ustalıkla başaran Kim Ki-Duk’un Bin-Jip’i, bunu en iyi kanıtladığı filmlerinden biri. Sessiz, az diyaloğa sahip, ama anlamı ve içinde bulundurduğu felsefe çok büyük olan bir film. Yüzeysellikten uzak orjinal bir kurgu, zengin görselliğe sahip, minimalist, güçlü bir bağımsız film. Sadece Güney Kore sinemasına değil, dünya sinemasına başarılı bir katkı.
11. Serendipity – Tesadüf (2001)

Noel’den hemen önce New York’tayız. Bloomingdale’de kalan son bir çift kaşmir eldiveni aynı anda satın almak isteyen Sara (Kate Beckinsale) ve Jonathan (John Cusack) bu vesileyle tanışırlar. Eldivenlerin kimin olacağına karar vermek için Serendipity ismindeki küçük kafeye giderler. Ardından Central Park‘ta paten kayarlar. Gece yıldızları seyrederler. Kraliçe Takımyıldızı’nın, Sara’nın alnındaki çillerle aynı desene sahip olduğunu fark ederler. Sara telefonunu bir kitabın içine yazarak yarın onu rastgele bir kitapçıya göndereceğini söyler. Jonathan ise kendi telefonunu beş dolarlık bir banknota yazdıktan sonra bir sokak satıcısına verir. Eğer kader tekrar karşılaşmalarını isterse, kitap Jonathan’ı, para da Sara’yı bulacaktır. Birkaç yıl sonra yine New York’tayız. Jonathan, Halley(Bridget Moynahan) ile evlenmek üzeredir. Batı Yakası’nda ise Lars(John Corbett), Sara’ya evlenme teklif eder. Hem Sara hem de Jonathan’ın aklına, aynı anda, birlikte geçirdikleri olağanüstü gece gelir. Jonathan yanına bir arkadaşını alarak kitabı bulmak üzere harekete geçer. Sara da bir arkadaşıyla birlikte New York’a gelerek Jonathan’ı aramaya başlar.
Tam bir romantik komedi filmi. Çok büyük beklentilere girmeden izleyeceğim diyorsanız muhtemelen memnun kalırsınız. Tesadüf ve kader üzerine bir aşk hikayesi anlatılıyor. Ben mutlu sonlu, gülümseyebileceğim bir film arıyorum diyorsanız, Serendipity size göre. Romantizm fanları kaçırmayın.
12. Wristcutters: A Love Story – Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikayesi (2006)

Desiree ile yaşadığı ayrılık sonrası umutsuzluğundan kurtulamayan Zia bileklerini keserek intihar eder ve kendini sadece intihar eden insanların olduğu büyük çöllerle kaplı, sağda solda eski lastiklerin ve yanmış kanepelerin görüldüğü bir öteki dünyada bulur. Tesadüf eseri, Desiree’nin de onun intiharından birkaç ay sonra intihar ettiğini ve şu an kendisini aramakta olduğunu öğrenir ve Desiree’yi aramaya başlar. Eugene -kendisi elektrik ile öldüren bir Rus rockçı- ile birlikte Desiree’yi aramak üzere arabayla yola çıkarlar, bulundukları yerin sorumlularını aramakta olan ve yanlışlıkla bu yere alındığına inanan otostopçu Mikal’ı arabalarına alırlar. Yakın zamanda kendilerini Kneller’in kampında bulurlar, burada yaşanan küçük mucizelerin sayısı giderek artmaktadır. Mucizeler yaratan bir kral hakkında söylentiler duyarlar. Zia Desiree’yi bulabilecek midir? Peki ya bulduktan sonra ne olacak? Ölümün olduğu yerde umut da vardır.
Sevenleri de var sevmeyenleri de… Bu film kesinlikle müthiş keyifli bir film. Sevmeyenleri anlamak imkansız. Özgün bir senaryo, tekrar tekrar da izlenir. Bütün ayrıntıları çok tatlı. Soundtrack mükemmel ve ötesi! Gogol Bordello ve tatlı mı tatlı şarkıları “Through The Roof ‘n’ Underground” ile tanışma fırsatı için bile izlenir film; hele şarkının çalmaya başladığı filmin kesiti ile birlikte tadından yenmez… Tom Waits’i bile görüyoruz filmde, daha ne olsun. Romantik filmlere alternatif bir örnek, aynı zamanda da fantastik. Şiddetle tavsiye edilir.
13. 500 Days Of Summer – Aşkın 500 Günü (2009)

Alışılmamış türden bir romantik komedi olan film, aşkın gerçek olduğuna inanmayan bir kadın ve ona aşık olan bir adamın hikayesini anlatıyor. Tom Hansen, hayatından tamamen çıktığına emin olduğu zaman Summer Finn ile tanıştığı ilk günü hatırlar. Tom, kıza ilk gördüğü anda aşık olur. Hayatının geri kalan kısmını bu kızla birlikte geçirmesi gerektiğini biliyordu. Ne var ki Summer ne aşka ne ilişkilere inanmamaktadır. Buna rağmen aralarında arkadaşlıktan öte farklı bir ilişki başlar. Birlikte geçirecekleri günler sıradışı, eğlenceli ve komik bir hikayeye tanıklık eder. İlk defa Sundance Film Festivali’nde gösterilen film, hem eleştirmenlerden hem de seyirciden tam not aldı.
Erkek aşık olur, kız olmaz… Film o kadar sade ve gerçekçi bir film ki… Gerçek anlamda bir dram izliyoruz, film sürekli sonunu merak etmemizi sağlıyor. Bir aşk hikayesi yerine aşkın hikayesi anlatılmış, çok da güzel olmuş. Pembe bir dünyada yaşamadığımızı çoğumuz zaten biliyoruz ama bunu kabul etmeyenlere cevap niteliğinde bir film. Soundtrack EFSANE! Sahneler çok güzel. Kendi türündeki filmlerin bir adım önünde desek yalan olmaz, klişe bir film değil. Gerçekten izlemeyenlerin şans vermesi gerektiğini düşünüyoruz.
14. True Romance – Çılgın Romantik (1993)

Bir çizgi roman dükkanında çalışan çekingen ve asosyal bir tezgahtar olan Clarence Woley, nadiren dışarı çıktığı gecelerden birinde karşılaştığı çekici bir kadın olan Alabama’ya ilk görüşte aşık olur ve aşkına karşılık bulur. Fakat bir süre sonra Alabama’nın patronu tarafından ona gönderilmiş bir fahişe olduğunu öğrenir. Alabama kötü yola düşeli pek fazla olmamıştır ve yol yakınken dönmek istemektedir. Aşık olduğu Clarence ile birlikte yaşamaya başlayıp fahişeliği bırakmak tek amacıdır fakat bu fikrin patronu Drexl’ın pek hoşuna gitmeyeceğini de bilir. Clarence umursamaz bir tavırla Drexl’a haberi verip Alabama’nın eşyalarını toplamaya gider, ve oradayken Drexl’ı öldürür. Alabama’nın çantası sanarak yanına aldığı çantada ise bir milyon dolar değerinde kokain vardır. Çantayı yanlarına alarak kaçmaya karar veren ikilinin peşine mafyanın düşmesiyle işler karışır.
Quentin Tarantino’ya yöneltilen “Romantik bir senaryo yazmayı düşünmüyor musunuz?” sorusuna “Yazdım ya” cevabını vererek, romantizm anlayışını ortaya koyduğu senaryo. Tarantino’nun senaryosunu yazdığı ve film çekildikten sonra senaryosuna sadık kalınmadığı iddiasıyla dava ettiği Çılgın Romantik, 90’lı yılların ilk yarısında yükselen bağımsız dalganın manifesto yapımlarından birisi olarak kabul ediliyor. Mükemmel, aşırı doğal ve eğlenceli bir film. Bu alternatif aşk hikayesinin sizi güldüreceğine şüphe yok. Kadro da çok iyi. Tarantino’nun çekmediği bir Tarantino filmi, yorumlarıyla sık sık karşılaştığımız bu filmi kaçırmayın!