Uzun zamandır yeni bir kitap okumak istiyorsunuz ancak tuğla gibi dörtyüz – beşyüz sayfalık kitaplar gözünüzü mü korkutuyor? Okumak için çok yorucu olmayan kısa kitaplarla okuma alışkanlığı kazanmak mı istiyorsunuz? Bir şeylere bir yerden başlamak gerektiğini düşünüyor ama nereden başlayacağınızı bilmiyor musunuz? Sürükleyici ve kısa kitaplar önerisi mi arıyorsunuz?
İşte sizler için dokuz büyük yazardan okuma alışkanlığı kazandıracak kitapları derledik. Şimdiden iyi okumalar.
1. Katip Bartleby – Herman Melville
Sıradan çalışkan bir katip olan Bartleby, 1800’lü yıllarda Wallstreet’in orta yerinde bir avukatın yanında çalışmaktadır. İşe en önce o gelir, en son o çıkar. İşinde belkide en iyisi odur. Ancak birgün diğer üç katip arkadaşıyla her zamanki işleri yaparken bir anda çalışmayı bırakır. ”Yapmamayı tercih ederim”… Kendisine verilen işleri sadece bu sözle geri çevirir. Patronu ve çalışma arkadaşları buna şaşırır ve anlam veremezler. Avukat zaman geçtikçe onu vazgeçirmek ve hatta kovmak için elinden geleni yapacaktır.
Finans kapitalin göbeğinde kendini eylemsiz bir eyleme, bir tür pasif direnişe bırakan Bartleby’nin öyküsünü 80 sayfaya sığdıran ve Mobydick gibi bir baş yapıta sahip Herman Melville, insanın yaratıcı eylem gücünü etkili argümanlarla işlemiş. Ortaya sürükleyici ve kolay sindirilebilir bir kısa roman çıkmış. Okuma alışkanlığı kazanmak için bir solukta okunacak bir kısa kitaptır.
2. Bilinmeyen Adanın Öyküsü – Jose Saramago
Beğenmek sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek.
Bilinmeyen Adanın Öyküsü
Birgün bir adam Kral’ın dilek kapısını çalar ve Kral’dan bir tekne ister. Bu tekneyle bilinmeyen adayı bulmaya çalışacağını söyler. ”Bilinmeyen ada kalmadı ki” der kral; Bilmediğiniz bir adanın yokluğundan da emin olamazsınız. Bunun üzerine Kral, adamın isteğini kabul eder. Kralın yanındaki hizmetçi kadın da bu adamla beraber bilinmeyen adayı aramaya karar verir. Tüm adaların keşfedildiğine inanılan bir zamanda bilinmeyen adayı aramayı düşünen inançlı ve inatçı bir adamın öyküsüdür anlatılan.
Kırk küsür sayfalık bu novella (kısa roman – uzun öykü) her satırında inanılmaz sözler ve ders alınacak diyaloglar sunuyor. Saramago kendine has diliyle yani yine konuşma çizgisi kullanmadan, hatta nokta virgül dışında herhangi bir noktalama işareti kullanmadan bize 40 sayfada müthiş bir motto sunuyor. Yine Saramago kendi imzasını atmış ve hiç özel isim kullanmamış. Sürekliyici anlatımı ile Bilinmeyen Adanın Öyküsü usta işi bir kısa roman örneği.
3. Satranç – Stefan Zweig
Çevremdeki korkunç hiçliğin beni boğmaması için, kendimi siyah ve beyaza bölmeyi en azından denemek zorunda kaldım.
Stefan Zweig
Czentovic satranç konusunda bir dehadır. Ancak günlük hayatında ilkel bir insandır. Czentovic ile bir gemide tesadüfen karşılaşan Dr. B ise Nazilerin ona uyguladığı psikolojik işkenceler sırasında pes etmemek için satranca tutunmuştur. Ne var ki satranç yavaş yavaş Dr. B’de bir tür epileptik tutkuya dönüşmüş ve onu kısmen delirtmiştir. Tesadüfen aynı gemide seyahat eden ikili milyoner bir petrol zengini vesilesiyle karşılaşırlar.
Kitapta Zweig işte bize karşılaşmanın sonucundan daha çok onları buraya kadar getiren süreçlerin önemli olduğunu anlatıyor; Czentovic öksüz bir macar köylüsü iken tesadüfen keşfedilmiştir. Henüz otuz yaşında bile yoktur. Satranç konusunda ne kadar yetenekli ise diğer tüm konularda bir o kadar kötüdür. Satranç sayesinde var olmuştur. Dr. B ise babadan zengin, aristokrat bir aileden yetişmiş bir Avusturyalı’dır. Diğer aristokratların ve ruhbanların gizli servetlerini yönetmektedir. Nazilerin avusturyayı ilhak etmesi onun tüm düzenini bozmuştur. Naziler ona bu malların yerini söyletmek için işkence yaparlar. İşte satranç onun için son tutunma noktasıdır. Pes etmemek için kafasında kendi kendine satranç oyunları kurar ama bu onu yavaş yavaş eritmeye başlar.
Stefan Zweig, bu 70 sayfalık sürükleyici uzun öyküyü 1942’de intihar etmeden birkaç ay önce bitirmiş. Geminin Avrupayı, Czentovicin Hitler’i, Dr B’nin ise onun mağdur ettiği eski düzen efendilerini işaret etmesi de Zweig’ın ümitsizliğini bize gösteriyor. İyi okumalar.
4. Ağrı Dağı Efsanesi – Yaşar Kemal
Kitap, Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan Ahmet’in kapısında bir at bulmasıyla başlar. Atı üç kere bırakır ancak at geri gelir ve töre gereği at onun nolur. Gerçekte ise atın sahibi Osmanlı valisi Mahmut Han’dır. Han, atı Ahmet’ten ister fakat Ahmet töre gereği atı geri vermez, veremez. Bunun üzerine zindana atılır. Zindanda onu gören Han’ın kızı Gülbahar Ahmet’e aşık olur. Ne Ahmet ne de Mahmut Han, hem at hem de Gülbahar’dan vazgeçmez. Han çareyi Ahmete imkansız bir görev vermekte bulur…
Kitap bir yanıyla dönemin insanlarının psikolojisini işlerken diğer taraftan sosyal yapının derinlerine iniyor… Kitap her sayfasıyla sizi Ağrı Dağı’nın eteklerine çekiyor. Özellikle Sofi ve Memo gibi yan karakterlerin oldukça incelikli işlenmiş olması masal ile dünya arasındaki çizgiyi silikleştiriyor. Tüm bunlarla Ağrı Dağı Efsanesi; Ağrı Dağı eteklerinde yaşayan insanların, yaşatılan efsanelerin kitabı. Yaşar Kemal’in masalsı anlatımıyla bütünleşmiş, efsane ile gerçeğin birbirine karıştığı bu büyük eser Abidin Dino’nun çizimleriyle beraber 130 sayfa. Sürükleyici hikayesi ile okuma alışkanlığını geri kazanmanız için ideal bir kısa kitap.
5. Martı Jonathan Livingston – Richard Bach
Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık bir nedenimiz olmalı; Öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi.
Martı Jonathan Livingston, amacı sadece karınlarını doyurmak olan diğer martılardan farklıdır. Diğer martılar için imkansız olan şeyleri dener. Gece uçmayı, akrobatik manevralar yapmayı dener. Sürüdeki bağnaz liderler onu sürüden atarlar. Sürü dışında iki martıyla karşılaşır ve bu martılar onu çok güzel bir yere götürür. Burada tüm martılar sürekli daha iyi çalışmakta ve daha iyi olmak için kendilerini zorlamaktadırlar. Jonathan burasının cennet olduğunu düşünür ama yaşlı martı Sullivan ona cennetin fiziki bir mekan olmadığını, bir düşünce olduğunu anlatır. Jonathan burada gördüklerini anlatmak ve denemeye hazır genç martılara daha çok şey öğretmek için sürüsüne döner.
Martı Jonathan Livingston, masalsı bir anlatımla bize bir martı üstünden büyük dersler veren bir kısa kitap. Richard Bach bize umudun hep var olduğunu sayfa sayfa anlatmış.
6. Fareler ve İnsanlar – John Steinbeck
20. yüzyılın başlarında batı Amerika’da iki gezgin adam. George ve Lennie, biri kısa boylu akıllı diğeri uzun güçlü kuvvetli fakat zeka geriliği yaşayan iki insancıktır. Tek hayalleri kendi küçük çiftliklerini satın almaktır. İki gezgin Soledad kasabasında bir çiftlikte iş bulur ve çalışmaya başlarlar. Her şey güllük gülistanlık ilerlemez. Amerika, işçiler, zenciler ve kadınlar için düşler ülkesi değildir.
Steinbeck hayallerine ulaşmak için çalışmaktan başka çareleri olmayan küçük insanların hayatlarını işlerken seçtiği yalın ve güçlü anlatımla kitabını edebiyat dünyasının ortasına çakmış. Sürükleyici konusu ve etkileyici sonuyla her cümlesinde kaybolacağınız bir eser Fareler ve İnsanlar. Bizi sayfadan sayfaya sürükleyen 120 sayfaya sığdırılmış bir başyapıt.
7. Yabancı – Albert Camus
O zamanlar Fransız sömürgesi olan Cezayir’de sıradan bir memur olan Meursault, hayata ve çevresindeki kişilere karşı kayıtsız bir kişiliktir. Sevgilisi Marie ile ilişkisi bile onun için alışkanlıktan ibarettir. Bir gün yaşlı annesinin bakımevinde öldüğünü öğrenir. Bu ölüm onun için bir elemden çok sıradan bir durumdur ve davranışları da o şekilde gelişir. Çevresindeki insanların davranışlarına karşı kayıtsız ve umursamaz olan Meursault, şanssızlık sonucu bir sahilde bir fellahı öldürür. Yaptığından pişmanlık duyması ve af dilemesi durumunda cezası affedilecektir ancak bu cinayet onun topluma karşı ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha gösterir…
Yargılama sırasında cinayetin kendisinden çok Meursault’un gündelik davranışları tartışılır ve yargılama neredeyse bunun üzerine kurulur. Yani toplum, onu cinayet yüzünden değil annesinin ölümüne ağlamaması yüzünden yargılamaktadır. Meursault için ise verilecek cezanın bir önemi yoktur.
Albert Camus, 110 sayfalık bu kısa romanda insanların sadece üretim durumlarına değil toplumun kendisine de yabancı olabileceğini gösterir okuyucuya. Meursault karakteri bize sıradan bir hikaye ile olağan görünen ama sıradışı, nihilist bir insan portresi sunar. Yabancı olmak; aslında bir zorunluluk değil, bir tercihtir. Her haliyle sadece Fransız edebiyatı için değil, dünya edebiyatı için bir döneme işaret eden akıcı bir kısa kitap.
8. Dönüşüm – Franz Kafka
Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.
Kafka’nın alametifarikası burada da karşımızda. Kitabın en vurucu noktası ilk cümlesi. Dönüşüm, sıradan bir insan olan Samsa üstünden insanın kendine yabancılaşmasını anlatıyor aslında.
Anne babası ve kız kardeşiyle sıradan bir hayat süren Samsa, bir sabah kendini böcek olarak bulur. Bu duruma hayatındaki her birey farklı tepkiler verir. Patronu, annesi, babası, hizmetçi ve özellikle kız kardeşi Samsa’nın bu durumuna karşı farklı tavırlar alırlar. Gregor Samsa ise onların bu davranışlarına aslında hiç şaşırmaz. Bu sürükleyici kitapta gündelik ilişkilerin bireyi nasıl yavaş yavaş dönüştürdüğünü ince ince anlatmış Kafka.
100 sayfa civarındaki bu Novella hem konusu hem de simgesel anlatım gücüyle okuyucuyu ilk anda kendine bağlıyor. Kafkaesk yazımın köşe taşı olan Dönüşüm, sıkılmadan okuyacağınız bir başlangıç kitabı.
9. Toprak Ana – Cengiz Aytmatov
İkinci Savaş yıllarında Sovyet Toplumunun hem doğayla hem Faşist Nazilerle mücadelesinin öyküsüdür kitap. Tolunay, savaş öncesi kocası ve çocuklarıyla büyük kollektivizasyon hamlesi içinde topraklarını işlemektedir. Aynı yıllarda bölgelerinde kurulan Kolhozlarda (kollektif tarım çiftlikleri) ve sovhozlarda (doğrudan üretim yapan çiftlikler) yeniden örgütlenen sovyet tarımı artık her köylünün emeğinin karşılığını almasını sağlar.
Ekim devrimiyle artık toprak ağalığı ortadan kalkmış, tüm ülke toprağı herkese ait olmuştur. Lakin güzel günler uzun sürmez. Faşist Alman savaş makinesi, önüne gelen her şeyi yok edip ilerlemektedir. Köyün tüm erkekleri savaşa gider ve artık toprakla ilgilenme işi Tolunay ve köyün diğer kadınlarına kalmıştır.
Tolunay ve ailesi üzerinden savaş yıllarında yapılan fedakarlıklar anlatılırken, köylülerin artık kendilerine ait gördükleri toprağa nasıl sahip çıktıkları dökülüyor 140 sayfada. Büyük yazar Aytmatov kısa romanda sade, akıcı diliyle Kırgızistan’dan bize, insanlığın şafağına dair yeni umutlar sunuyor.
Son bu sürükleyici kitabı okuyacaksanız bir tavseiyem daha var; Ötüken Yayınlarında çıkan baskılardaki çevirilerde iş tahrifat boyutuna varmış durumda. Bulabilirseniz Varlık Yayınlarında Ülkü Tamer çevirisi çok iyi. Ayrıca Mehmet Özgül çevirilerini de tavsiye ederim. İyi okumalar.